Kelime anlamı olarak halefiyet, Arapça kökenli ‘halef’ sözcüğünden gelir. Türk Dil Kurumu’na göre birinin ardından gelip onun makamına geçen kimseye halef denmektedir. Halefiyet esasında Türk Borçlar Kanunu’nun 127.maddesinde düzenlenmiştir. İlgili maddeye göre alacaklıya ifada bulunan üçüncü kişi, başkasının borcu için rehnedilen bir şeyi rehinden kurtardığı ve bu şey üzerinde mülkiyet veya başka bir ayni hakkı bulunduğu takdirde veya alacaklıya ifada bulunan üçüncü kişinin ona halef olacağı, borçlu tarafından ifadan önce alacaklıya bildirildiği takdirde ifası ölçüsünde alacaklının haklarına halef olur.
Türk Borçlar Kanunu’nun 127/2.maddesinde ise “diğer halefiyet hâllerine ilişkin kanun hükümleri saklıdır” şeklinde bir hüküm mevcuttur. Burada farklı hukuk dallarında da halefiyete ilişkin düzenlemeler bulunabileceğine dikkat çekilmiştir. Nitekim halefiyete ilişkin düzenlemeler yalnız 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda değil 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bulunmaktadır. Çalışmamızın esas konusu ise 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1472.maddesi kapsamındaki halefiyete ilişkin kanuni düzenlemedir. Bu düzenleme Türk Ticaret Kanunu’nun 6.kitabı olan ‘Sigorta Hukuku’ altında geçmektedir.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1472/1 maddesine göre “Sigortacı, sigorta tazminatını ödediğinde, hukuken sigortalının yerine geçer. Sigortalının, gerçekleşen zarardan dolayı sorumlulara karşı dava hakkı varsa bu hak, tazmin ettiği bedel kadar, sigortacıya intikal eder. Sorumlulara karşı bir dava veya takip başlatılmışsa, sigortacı, mahkemenin veya diğer tarafın onayı gerekmeksizin, halefiyet kuralı uyarınca, sigortalısına yaptığı ödemeyi ispat ederek, dava veya takibi kaldığı yerden devam ettirebilir”.
İlgili düzenlemeden de anlaşılacağı üzere sigortacının halef olabilmesi için belirli şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Nitekim öncelikle ortada geçerli bir sigorta sözleşmesi olmalıdır. Sigorta sözleşmesi var olmadığı sürece halefiyet hakkı da doğmayacaktır. Bir diğer koşul sigorta tazminatının ödenmesi gerektiğidir. Gerçekten sigortacının halef olabilmesi için riziko gerçekleştikten sonra sigorta tazminatının ödenmiş olması gerekmektedir. Son koşul ise sigorta ettirenin dava hakkının bulunmasıdır. Sigorta ettirenin, kendisine zarar verenlere yani sorumlulara karşı dava hakkı yoksa sigortacının halefiyetinden de söz edilemeyecektir.
Sigortacının kanuni halefiyetini düzenleyen söz konusu hüküm, TTK. m. 1486/1 uyarınca emredici niteliktedir. Bu nedenle taraflar, sigorta sözleşmesine konacak bir kayıtla sigorta ettirenin hasar karşılığını hem sigortacıdan hem de zarar verenden almasını kararlaştıramazlar.
Sigortacının halefiyeti yalnızca zarar sigortaları için benimsenmiştir. Bu sebeple can sigortalarında sigortacının halefiyet hakkı bulunmamaktadır. Bununla birlikte, can sigortalarında sigortalının, sigortacının tazminat ödemesi yapmasından sonra zarar veren sorumlulardan ayrıca bir ödeme alması da mümkündür.
Sigortalı, TTK.m.1472/1’e göre sigortacıya geçen haklarını ihlal edici şekilde davranırsa, sigortacıya karşı sorumlu olur. Sigortacı zararı kısmen tazmin etmişse, sigortalı kalan kısımdan dolayı sorumlulara karşı sahip olduğu başvurma hakkını korur (TTK.m.1472/2).
Zarar sorumlusu, riziko gerçekleştikten sonra neden olduğu zararı sigorta ilişkisinden haberi olmaksızın sigortalıya iyi niyetle öderse sorumluluktan kurtulmuş olacaktır. Zarar sorumlusu kişinin zararı sigortalıya mı yoksa sigortacıya mı ödemesi gerektiği konusunda belirsizlik çıktığı hallerde, zarar verenin mahkemeden tevdi mahalli tayini isteyip borcu oraya tevdi ederek sorumluluktan kurtulacağını da söylemek mümkündür.
Yazar
Mehmet Tuğberk DEKAK
Comments